12 Kasım 2012 Pazartesi

Ölümün Açlığı

          Yağmurlu bir güne daha başlıyordu hayat bu sabah. Kimileri için derin bir hüznün gözyaşları, kimileri için de yeni bir aşkın başlangıç noktası. Kimileri için de yeninin eskiden bir farkının olmadığı yalnız ve ıslak bir yeryüzü.
          Açlığa başlamalarının üzerinden çok zamanlar geçmiş fakat etrafında biriken insan sayısında fazlaca bir artış olmamıştı gene bu sabah. Yüzlerine doğru sümkürürcesine bağıran vicdansızın kalmayan insanlığı karşısında eriyip giden insanlar bunlar. Ölümün açlığını bildikleri halde kendi bedenlerini açlığı düşünmeksizin başkalarının mutluluğu için feda eden insanlar bunlar. Seslerinin sessizliği bu ülkenin dehlizlerinde kaybolup giden insanlar bunlar. Ancak labirentinde kayıp saklı insanlar değil bunlar. Kötürüm dünyanın insanları için kendilerini hiç sakınmadan, annelerinin feryadını bile duymadan ölümün açlığına yatırdılar. Ne içindi. Kim içindi. Kimin faydasınaydı bu yalnızlık, bu öfke. Kimlerin düşbazlığıydı bu bilinmezlik. Kaf dağının ardı kadar uzak mıydı kendimiz olabilmek. Oysa çokça insan kendi olamadan da yaşayabilirim diyebiliyordu. Labirentinde kayıp saklı kaderinde yaşayan insan suretliler, yalandan kürtler, yalandan lazlar, yalandan ermeniler, yalandan aleviler ve hepsi yalandan türkler. Oysa ne zordur kendin olabilmek benim diyebilmek bu dehlizde. İşte bu yüzden değil miydi açlığa boyun eğmemek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder