13 Nisan 2014 Pazar

Nefes almak umut etmektir



Nefes almak demişlerdi, derin bir nefes. Bulunduğun ortamlar ne kadar müsait olur bilinmez ama nefes almak iyidir. Hayatın devam etmesi yalnızca nefes almakla mümkündür. Kaybolan zamanların hükmü yoktur ve geriye dönüşü imkansızdır. Yalnızca zaman değildir kaybolan, aslolan kaybın üzerimizde bıraktığı yıkımın zaman içerisinde kaybolabilmesidir. Nefes almak gibidir zaman. Her nefes alışımız zamanın kayboluşunun kanıtıdır.
Korkunç zamanlara tanıklık ettik genç ömrümüzde. Ardımızda bıraktıklarımız bırakacaklarımızın teminatı gibi yüzümüze bir bir çarpıyor. Ve aslında kötürüm dünyanın ne kadar da kötürüm olduğunu nefes aldıkça anlıyoruz. Bize kalan, kalanın ne olduğunu kavrayamadan usulca inimize çekilmek sessiz ve derinden. Böyle zamanlarda anlıyor insan yolun nereye gidemeyeceğini. Çünkü içeride ışık yok, her yer karanlık hem de zifiri. Korkuların hüküm sürdüğü yalnızlıklarda sığınacak tek liman insanın kendisidir. Ancak insan korkularını yenmek için muhakkak güçlü olmadır. Bunun için sihirli kelime umuttur. Oğul adı gibidir hem umut, hem de kenetleyendir hayata. Sevgi gibi güçlüdür. Güçlülüğünün farkında değildir çoğu zaman umut.
Yalnızlaştığımız dünya da giderek uzaklaşıyoruz umutlarımızdan. Her şey garip bir biçimde üzerimize çöküyor ve bizi olduğumuzdan uzaklara götürüyor. Bir zaman gelir de çıkarız bu karanlıktan diye nefes almaya devam ediyoruz. Bazen nefeslerimize duman karışır bedeli ödenmişçesine. Bazen de ağır bir koku bedelsizce. Böyle bir bir yok olurken kendi inlerimizde hayatın ne kadar anlamsız bir nefes yarışı olduğuna kanıp gidiyoruz.
.
.
.
Yalnız değil ki buda geçmesin, kahrolmanın en naif yanına sokulmak gibi bir şey tatlı tatlı yok olmak.

9 Temmuz 2013 Salı

Varsayın Ki İnsansız Hava Alanı Dünya

İşte o gün bir sessizlik oluverdi bütün seslerin içinde. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Kimse sessizlğin nereden geldiğini de... Yolun öbür tarafında hayat bütün karmaşıklığı ve yorgunluğuyla devam ediyorken, beri ki tarafta aniden birşeyler olmuştu.
Her şeyin bir sonu vardır. Her iyi şeyin olduğu gibi her kötü şeyinde bir sonu. 
Sayfalarca kitap okumanın, makale karıştırmanın , defalarca büyük eylemlerden geçmenin, kilometrelerce yol yürümenin aslında bir durma biçimi olduğunu işte o gün o sessizlik içinde anladı dünya. Bir sessizlik ki aslında büyük ve görülmemiş bir şeyin haykırışı. Parkta yerin tam ortasında boş bir çukur, yerinden yeni edilmiş bir ağacın mezarı. Toprak taze koku salıyor ölüsünün ardından. Oysa bütün mezarlar doludur...
Korkunun ecele fayda etmediği gün gibi, aydınlık gibi açığa çıktı o gün. Bir büyük haykırış, çivisi çıkmış her şeye, herkese karşı yapılmış, eşi benzeri olmayan. Her yerden geliyor insanlar topraklarından sürülmüşler, yalnızlaştırılmışlar,ötekileştirilmişler, içkisine, çocuğuna, hatta olmamışına karışılmışlar yani kendinden olmayan ve hatta kendinden olanlar (kendi deyimiyle) dahil herkes.
#direngezi ile başladı ve büyüdü kocaman bir direnişin simgesi oldu. Demokrasi ve insan haklarının büyük bir yürüyüşü oldu günlerce ve hala olmaya devam ediyor.
Her şey bir çukur ve taze kokusuyla başladı. Koku yayıldı, kokuyla uyandı uykudan...

2 Ocak 2013 Çarşamba

hayat, varlığımızın taze kokusunu almak gibi bir şey...

Yeni bir yıla daha girdik. Henüz çok başlarındayız. Hayatımızda ki kötülüklerden arınmak iyiliğe ve doğruluğa yakın durarak ilerlemekte fayda var. Dünya çok yara aldı. Mutlu insanların  sayısı çok az ve artık gittikçe azalmaya devam ediyor. Yeni yılın ilk gününde çok insan işinden oldu. İşsizlikleri yüzlerine bir tokat gibi yılın ilk gününde çarptı. Vicdanlar yoksul kalmaya devam etti.
Yalnızca işsizlik değil üstelik bu ülkenin 2013 yılına devrettiği dertler. Saymakla bitmez ama bir kaç tanesi söylemeden de olmaz.
1- Kürt sorunu,
2- İleri demokrasi sorunu,
3- Tutuklu insanların fazlalığı sorunu,
4- Suriye ve Küresel Savaş,
5- Medyanın körlüğü ve dalkavukluğu sorunu vb. gibi.
Yukarıda ki meseleler işin içinden çıkılmaz gibi duruyor üstelik mevcut iktidarın varlığının hayat üzerinde çirkin baskısı ve etkisi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Bütün bunların yanında henüz ne yaptığına ve yapacağına karar verememiş bir sol güruh. Dünyanın giderek çirkin bir hale geldiği bu günde hiç bir kıpırdanma, silkelenme yok. Küresel akıl tutulması devam ediyor. Dünyanın sadece Latin Amerika tarafı bunun dışında kalıyor. Ortadoğu, Asya, Afrika muazzam yeraltı zenginliklerine rağmen yoksulluğuyla aklı tutulmasının en önemli göstergesi.
Ne konuşsak da önümüzde umut etmekten başka bir çare yok gibi. Ayrıca artık akıl tutulmasından sıyrılmamız lazım. Yoksa bu yoksulluk bizi yiyip bitirecek.
Hayat, varlığımızın taze kokusunu almak gibi bir şeyse eğer kan ve barut kokusu karışmasın.

22 Kasım 2012 Perşembe

suriye meselesi

Yukarıdaki resim, ülkenin kırılgan bir yapıda olduğunu apaçık gösteriyor. Kuzey doğu da Kürtlerin dayanılmaz ve karşı konulamaz ve aslında sürekli görmezden gelinen ama hiçbir zaman yok edilemeyen varlığı. Ülkenin batısı Nusayri yoğunluğu ve hristıyan topluluğa ait. Kuzeyde bir miktar Türkmen, bir miktar dürzi,ermeni ve geri kalan sunni topluluk. Ancak sunni topluluk diğer milliyet ve mezheplere nazaran dağınık bir şekilde görünüyor. Dolayısıyla Beşşar Esad rejimini yıkmakta başarısız bir savaşın içinde debelenip duruyorlar.
Aslında meseleyi doğru okumak lazım. Bütün mesele Suriye devletinin demokratik bir devlet haline gelmesi mi? Yoksa Esad ailesi ülkeyi iyi yönetemiyor ve ülke kaynaklarını kendi menfaati için kullanıyor durumu mu? Yoksa Suriye devletinin çoğunluğu Sunni mezhebine sahip, dolayısıyla rejimin yerine sunni yapının hüküm süreceği bir yapının oluşturulması, yani şeriat devleti haline getirilmesi mi? Şimdi bu soruların altına bir kaç tane daha soru dizip ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Gerekir de bu soru ve cevapların orada yaşayan halka bir faydası olur mu onu hiç düşünmüyorum. Çünkü bu meseleyi halkların inisiyatifine bırakan hiç bir devlet veya topluluk yok gibi. Özellikle Ortadoğu ülkelerinde hiç. Daha savaşın çok başlarında çözülecek bu problem çok daha dallı budaklı hale geldi. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye "trio"su Avrupa ve Amerikanın desteğiyle bu savaşın belirleyicisi haline geldiler. Belirleyicisi haline geldiler çünkü eğer muhaliflere açıkça veya el altından destek vermeseydiler bu savaş daha çok başlarında rejim lehine sonuçlanacaktı. "Trio", rejimin Arap baharının rüzgarıyla yıkılabileceğini ummuş olsa da bu hiç kolay olmadı ve olmayacak gibi de. Rusya, Çin ve özellikle İran, Suriye'nin tam destekçisi olmaya devam ediyor. Bu karşılıklı desteklerle işin nerelere varacağı, daha ne kadar insanın öleceği belli değil...









12 Kasım 2012 Pazartesi

Ölümün Açlığı

          Yağmurlu bir güne daha başlıyordu hayat bu sabah. Kimileri için derin bir hüznün gözyaşları, kimileri için de yeni bir aşkın başlangıç noktası. Kimileri için de yeninin eskiden bir farkının olmadığı yalnız ve ıslak bir yeryüzü.
          Açlığa başlamalarının üzerinden çok zamanlar geçmiş fakat etrafında biriken insan sayısında fazlaca bir artış olmamıştı gene bu sabah. Yüzlerine doğru sümkürürcesine bağıran vicdansızın kalmayan insanlığı karşısında eriyip giden insanlar bunlar. Ölümün açlığını bildikleri halde kendi bedenlerini açlığı düşünmeksizin başkalarının mutluluğu için feda eden insanlar bunlar. Seslerinin sessizliği bu ülkenin dehlizlerinde kaybolup giden insanlar bunlar. Ancak labirentinde kayıp saklı insanlar değil bunlar. Kötürüm dünyanın insanları için kendilerini hiç sakınmadan, annelerinin feryadını bile duymadan ölümün açlığına yatırdılar. Ne içindi. Kim içindi. Kimin faydasınaydı bu yalnızlık, bu öfke. Kimlerin düşbazlığıydı bu bilinmezlik. Kaf dağının ardı kadar uzak mıydı kendimiz olabilmek. Oysa çokça insan kendi olamadan da yaşayabilirim diyebiliyordu. Labirentinde kayıp saklı kaderinde yaşayan insan suretliler, yalandan kürtler, yalandan lazlar, yalandan ermeniler, yalandan aleviler ve hepsi yalandan türkler. Oysa ne zordur kendin olabilmek benim diyebilmek bu dehlizde. İşte bu yüzden değil miydi açlığa boyun eğmemek.

11 Kasım 2012 Pazar

Artık avlusunda değiliz genç ömrümüzün,
Suratı asık bir ayna yüzümüzde,
Kara bir tebessümle içimiz kan ağlarken,
Sıradanlaşıyoruz gezdiğimiz sokaklarda.

Hüznün dört mevsimini yaşıyoruz,
Soluksuz cümlelerle bakıyoruz hayata,
Ve kayıp gidiyoruz,
Arkamızda kaybettiklerimizle,
Kayıp gidiyoruz.

Sanki hiç olmamış gibi düş gibi,
Yaşanılan mı, yaşayamadıklarımız mı
Damağımızda yalnızca tuzlu bir göz yaşı
Ve uzun yolculuklarda yorgun bedenlerimiz

Tutunduğumuz umutlarımıza bile inanmıyoruz
Yırtık bir resimde kayboluyoruz
Körkütük sarhoşlukla ayılmadan daha 
Gene içiyoruz durmadan usanmadan,
Çivisi çıkmış bütün her şeye
İnanmadığımız umutlarımıza

Yalnızlığımızla tutuşup el ele,
Kayboluyoruz,
Kayıp gidiyoruz...

ben

82 yılının son ayının son günlerinde Varto'da doğmuşum. Babam o zamanlar belediyede çaycı, annem ev hanımı. Lise ve öncesi tüm okulları Varto'da okudum. Erciyes Üniversitesinde (Yozgat) Makina Mühendisliği okudum. Daha sonra kısa bir İstanbul hayatından sonra Adana'ya geldim ve yerleştim.Evliyim.